18 Şubat 2013 Pazartesi

TürkiYe

var inaff={acid:20862,bid:7,width:468,height:60};





Türkiye izle


Antalya Gezilecek Yerler



Evdir Han

Evdir Han




































Antalyanın tarihi yapıları arasındaki Evdir Han, Selçuklu sanatının en güzel örneklerinden biridir.

Hanın daha önceden okunan fakat günümüze ulaşmayan kitabesine göre; 1210-1219 yılları arasında I. İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Evdir Han’ın mimarisi diğer hanlara göre farklıdır. İki bölümlü revaktan oluşmuş yapı, kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Hanın büyü bir bölümü harap olsa da kuzeybatı cephe duvarları hala ayaktadır. Duvarların tümü kesme taştan yapılmıştır. Antalya’ya yakın bir zamanda gitmeyi planlıyorsanız Evdir Han’ı ziyaret etmenizi öneririz. Han, Antalya'ya 18 kilometre uzaklıkta, Antalya-Korkuteli yolu üzerindedir.

Antalya Karatay Medresesi


Antalya Karatay Medresesi


Antalya-Kaleiçi’nde bulunan Karatay Medresesi, 1250 yılında Celaleddin Karatay tarafından inşa edilmiş olup, bazı kaynaklarda Karadayı Camii ismiyle bahsedilmiştir.

İki eyvanlı medreseler grubuna giren Antalya Karatay Medresesi’nin günümüze gelen parçaları arasında portalı, büyük eyvanın mihrabı ve giriş eyvanıdır. Nişler ve mihraplarda işlenen süslü motifler oldukça dikkat çekicidir. Antalya tatilinizde tarihi bir değere sahip olan medreseyi ziyaret etmenizi öneririz. Merkezi ilçesinin Kaleiçi mevkiinde bulunmasından dolayı ulaşımı oldukça kolaydır.


İskele Camii

İskele Camii


Yaz turizminde önemli bir yere sahip olan Antalya, tarihi değerleriyle de en çok ziyaret edilen şehirlerden biridir.

Antalya’ya gittiğinizde gezip görmeniz gereken çok nokta olacak. Camiler, antik kentler, şelaleler ve kiliseler yolculuğunuz boyunca sizlere eşlik edecek. Antalya tatilinizde gitmenizi önerdiğimiz yerlerden biri İskele Camii’dir.

Şehrin simgelerinden biri olan İskele Camii’nin yapıldığı tarih hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat yakınında bulunan Karatay Medresesi ve Salihler Evi’nin tarihlerinden yola çıkılarak caminin 12. ve 13. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. İskele Camii, tipik Selçuklu kümbeti özelliğine sahiptir. Muazzam bir mimarisi olan camiyi Antalya’da geçirdiğiniz tatil günlerinize dahil edebilirsiniz.

Murat Paşa Camii

Murat Paşa Camii


Antalya’nın Merkez ilçesinde bulunan Murat Paşa Camii, şehirde gezmenizi önerdiğimiz yerlerden biridir.

Caminin kim tarafından yapıldığı ilk başlarda kesin olarak bilinmiyordu. Sadrazam Kuyucu Murat Paşa tarafından yapıldığı tahmin edilen cami, son elde edilen verilere göre Karaman Beyi Murat Paşa tarafından inşa edildiği kanıtlanmıştır.

Murat Paşa Camii’nin dış mimarisi oldukça dikkat çekicidir. Etkileyici bir taş işçiliğine sahip olup özellikle minberi görülmeye değerdir. Antalya tatilinizde deniz, kum ve güneş üçlüsünün tadını bolca çıkardığınız günlerde Murat Paşa Camii gibi görmeniz gereken çok yer olacak.

Köprülü Kanyon Milli Parkı

Köprülü Kanyon Milli Parkı

Antalya’nın Manavgat ilçesinde bulunan Köprülü Kanyon Milli Parkı, doğanın içinde hem yeni keşif noktaları sunuyor hem de rafting yapma imkanı veriyor. 

Tabiat harikaları arasındaki Milli Park, Side’ye 65 kilometre uzaklıktadır. İçerisinde vadi ve kanyonlar bulunan bölge, 37 bin hektarlık bir alanı kapsamaktadır.Isparta’da başlayan Köprülü Kanyon Antalya’da denize dökülmektedir. 

Milli parkta rafting yapabileceğiniz gibi kano da yapabilir ve kamp kurabilirsiniz. Kızılçam, defne, mersin, alıç, karaçalı, zakkum, laden, funda, böğürtlen ve tesbih ağaçlarıyla çevrili olan bölgenin faunasını geyik, dağ keçisi, domuz, tilki, ayı, kurt, sansar, güvercin, çulluk, üveyik, kartal, tavşan ve keklik tamamlamaktadır.

14 Şubat 2013 Perşembe

Bursa Gezilecek Yerler ..


Günün Fırsatı
Bursa - Uludağ Milli Parkı




Ulaşım: Marmara Bölgesinde Bursa ilinin güneyinde yükselen Uludağ üzerinde yer alan Milli Parka Bursa'dan 34 km.lik yaz-kış açık karayolu ile veya 40 kişilik kabini olan teleferikle 20 dakikada Sarıalan'a çıkılır. Oradan da minibüslerle "oteller bölgesine"ulaşılır. Özel helikopter servisi ile İstanbul'dan 25 dakikada Milli Parka varılabilir. 
Özelliği: Yer kürenin derinliklerinden gelen magmanın kırıklar ve çatlaklar boyunca yeryüzüne doğru yükselmesi ve katılaşması sonunda meydana gelen Uludağ'ın jeolojik yapısını genellikle iç püskürük granit kayaçları oluşturmaktadır.Dağın bugünkü şeklini kazanması tektonik hareketler ve farklı aşınma etkisiyle oluşmuştur. Bursa ovasından kısa mesafede 2543 metreye kadar yüksek Uludağ,Marmara Bölgesinin en yüksek noktasıdır.Aras çağlayanı ve doruklarda görülen buzul izleri Uludağ'ın jeomorfolojik yapısının ilgi çekici özellikleridir.
Milli Parkın elverişli tabiat şartları ayı, kurt, çakal, tilki, karaca, geyik, tavşan, domuz, keklik, yabani güvercin, akbaba, kartal, çaylak, bülbül, çalıkuşu gibi hayvanların yaşaması ve çoğalmasına imkan vermiştir. Aralık-Mayıs ayları boyunca Uludağ karla örtülüdür. 3.95 metreye varan kar kalınlığı, kayak yapmaya son derece elverişli, kar kalitesi ile Uludağ;Türkiye'nin en önemli kış sporları merkezidir.

Milli Parkın bir başka özelliği de Bursa ovasından Uludağ'ın doruklarına doğru değişen bitki topluluklarının meydana getirdiği orman kuşaklarıdır. Botanik bilimci MAYR'ın bitki kuşaklarını muhtelif yüksekliklerde karakterize etmesi bakımından Dünya Ormancılık Literatüründe özel bir önemi vardır. 



  1.  <meta name="reklamalani-return-code" content="77711">

İzmirde Gezilecek Güzel Yerler ...


Bergama



  Bergama, (Yunanca: Πέργαμος Pergamos) İzmir iline bağlı bir ilçedir. Bergama, İzmir’in kuzeyinde, Bakırçay Havzasında yer alır. Doğuda Kınık, batıda Dikili, güneyde Aliağa, kuzeyde ise Balıkesir ve Manisa illeri ile çevrilidir. İl merkezine uzaklığı 103 km’dir. Bergama ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalıdır. Verimli Bakırçay Ovası’nda tütün, pamuk, zeytin ve üzüm yetiştirilmektedir. Kozak yaylasında ekonomik getirisi yüksek olan çam fıstığı önemli bir gelir kaynağıdır. Günümüzde özellikle dağ köylerinde arıcılık giderek gelişmekte ve önemli bir geçim kaynağı haline gelmektedir. Tarıma dayalı sanayi de son yıllarda gelişme göstermektedir. İlçede halıcılık ve kilim dokumacılığı gelişmiştir. Bergama, Türkiye'nin en büyük ilçelerinden biri olup, kendisine toplam 114 köy ve 5 belde bağlıdır. Karesi Beyi tarafından fethedilen Bergama uzun süre Karesi Beyliği egemenliğinde kalmış daha sonra Osmanlı devletine bağlanmıştır. 1337-1868 arası merkezi Balıkesir olan Karesi sancağına bağlı olan Bergama, 1868-1877 arası merkezi Manisa olan Saruhan sancağına bağlandıktan sonra İzmir sancağına bağlanmıştır.


Sirince

 

Şirince, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı ve Selçuk'a 8 km mesafede tarihi mimarisi korunmayı başarılmış turistik bir köydür.
 
Özgün adı olan Kırkınca'nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet Çirkince gibi biçimler alan bu ad, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince şeklinde resmileştirilmiştir. nüfusu 687 kişidir.
19. yüzyılda, özellikle ihracata yönelik incir üretimiyle ünlü, 1800 haneli bir Rum kasabasıydı. 1923'te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılmasıyla (çoğu Katerini'nin Nea Efesos köyüne yerleşmiştir), Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadillerle iskân edilmiştir. Köyün evvelce bağ, incir, zeytinciliğe dayalı olan ekonomisi, bir tütün bölgesinden gelen yeni sakinlerinin elinde bir süre sekteye uğramış, ancak son yıllarda artan turistik önemine paralel olarak, bu sektörler yeniden gelişmeye başlamıştır. Bağcılık ve zeytinciliğin yanı sıra, şeftali, incir, elma, ceviz ve kiraz yetiştirilir. 1950'li yıllarda 2000-3000 civarında iken sonradan 700'e kadar düşen köy nüfusu, 1990'lı yıllardan itibaren turizmin gelişmesiyle birlikte tekrar yükseliş eğilimi içine girmiştir. Köyde halen bazı Rum evleri pansiyon olarak hizmet vermektedir.
Şirince'de üretilen zeytin yağları güney ege'de üretilen en iyi zeytin yağları olup yüksek aroma değerlerine ve düşük asit değerlerine sahiptir.
Köy içinde harap durumda olan iki Rum kilisesi bulunmaktadır. Ayrıca Tarihi Mimari Yapısı Korunmaktadır.


Eski Smyrna

KENT
 Milattan yaklaşık üç bin yıl önce, bugünkü Bayraklı’da, küçük bir topluluk deniz kokusunun sindiği bir tarihi başlatır. Bugüne gelen kalıntıların neredeyse tümü ise Homeros’da Antik Çağ insanları hemfikirdir; bir Amazon gibi değil, fakat bir prenses gibi yaşadığını ise modern arkeolojik kazılar gösterir.

 Karakterini andezit verir Smyrna’ya. Duvarlar, evler ve surlar volkanik kayaçların bu en inatçısıyla şekillenirken; kentin tanrıçasına adanan tapınak, Foça’dan ithal edilen pahalı, zarif, krem renkli tüf taşı ile süslenir. Amazon gibi sert ve bükülmez andezitle kuşanmış,prenses gibi kremler sürünmüştür Smyrna.
Plansız, fakat düzenli kent örgüsü, girift boyanmış vazoların üslubu ile tatlı bir ahengi yakalarken, Homeros’un şarkıları yankılanıyordur şimdi Smyrna’nın sokaklarında.



Ozan, okşarcasına dokunurken lirin tellerine, eski acıları ve kahramanlıkları anlatır kalabalığa. Akşam güneşi eğilirken kentin önünde, bir dilber Mısır’dan gelen altın küpesini takmış, Lydia’dan gelen parfümü ile baş döndürür limana doğru ve bir Finike gemisi yanaşır uzaklardan; gizemli mor boyası ve fildişi mobilyaları istif istif kaplamıştır ambarını…



Akdeniz kıyılarındaki ticaretle birlikte doğmuş, büyümeden kalmıştır Smyrna. Bir caddeciğin iki yanına yayılmış minyatür evleri ve tek kişinin geçebileceği daracık sokakları ile tezat oluşturur. Ve o surlar, geçmiş çağların güvensiz dünyasını anlatır.



Basra körfezinin kuzeyinden, sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkan bir kervan güneşin ardına takılır ve büyük bir azimle çölleri, azgın nehirleri, Mezopotamya’yı aşar. Kapadokya’nın eteklerinden Phrygia’ya girer, Anadolu’nun içlerinden geçer ve Smyrna’dan denize dökülür. Binlerce yıl kervanların kat ettiği yolu MÖ 550’lerde tarihin ilk imparatorluğu kat eder ve Asya’nın bittiği yerde Smyrna’ya ulaşır. Bütün kentin nüfusu ancak Pers imparatorunun muhafız birliği kadardır, ama yine de inatla direnir. Önce dış kent düşer, sonra surlar; tanrıçanın tapınağına sığınır kalanlar ve tapınağın kapısını taş bir duvarla kapatırlar. En son tapınak düşer. Tapınağın kapısına örülmüş duvar, 2550 yıl önce düşmüş bir kentte, son günlerin trajedisini taşımaktadır.



Bu kent üzerine söylenmiş belki en güzel laftır: ‘’ Smyrna, vücudunu yay gibi körfezin etrafına sermiş, mavi, dalgalı saçlarını gemilerin taradığı bir kadına benzer. ‘’  O artık Asya’nın hüzünlü kadınıdır. Güneş Smyrna’da batmış, akşam Asya’ya düşmüştür. Doğu’dan Persler gece gibi gelmiş, Lydia’nın renkli ve zengin dünyası solmuş; İonia’nın cümbüşü, uğruğa dönüşmüş; en derin uykuya Smyrna uzanmıştır.

ATHENA TAPINAĞI 



Kentin koruyucu tanrıçası Athena’ya adanan tapınak, kendin tam kalbinde yer alır. Restorasyon çalışmaları ile bir kısmı ayağa kaldırılmış yapıdan gelen zengin adak eşyaları, İzmir Arkeoloji Müzesi ve Sanat Ve Tarih Müzesi’nin galerilerinde sergilenmektedir.



ATHENA CADDESİ VE EVLER


Smyrna planlı değil, fakat düzenli bir kenttir. Yani kent kesin hatları çizilmiş bir plan ile kurulmamış; fakat bütün yapılar belirli bir uyum içinde yerleşmiştir. Kentleşme kültüründe yaşanılan bu deneyimin bir sonraki adımı, bir iki yüzyıl içinde doğan planlı kentler olcaktır.

MEGARONLAR


Athena Caddesi’nden, tapınağa doğru giderken solda yer alan iki yapı kompleksi, diğer evlerden hemen ayrılır. Muhtemelen büyükçe olanı kentin yöneticisine ait bir konut; diğeri ise, kentin ileri gelenlerinin toplandığı bir yapı birimidir. Ve Antik Çağ’da kentin ileri gelenleri, sadece önemli konukları dinlemek için de toplanırlar. Kimi zaman bir elçiyi, kimi zaman bir ozanı…

ÇEŞME  


Bir su kaynağı, bir yerleşimin kurulabilmesi için gerekli olan ilk kriterdir. Su kaynağı ehlileştirilip çeşmeye dönüşürken; yerleşim de uygarlaşıp kente dönüşüyordur. Çeşmenin önündeki kazılar sırasında, su kanalında bulunan bir Pers miğferi ve ok uçları, Smyrna’nın düşmeden önceki son anlarının sessiz tanıklığını yaparlar.

SUR DUVARLARI
Birbirine paralel, heybetli iki sur duvarı, kentin zenginliğini ve bu zenginliğe göz dikmiş kem bakışları anlatır. Duvarlardan birincisini Lydia Krallığı, ikincisini Pers İmparatorluğu aşmıştır ve Antik Çağ yazarları, Smyrna’nın surlarını aşabilmek için geliştirilen akıl almaz taktiklerden bahsederler. 

13 Şubat 2013 Çarşamba

İstanbulda Gezilecek onbir numara yerler nelerdir ?



DOLMABAHÇE SARAYI







Dolmabahçe Sarayı'nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya'sının gemileri demirlediği, Boğaziçi'nin büyük bir koyu idi. Dolmabahçe sarayı hala eski güzelliğini korumaktadır. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyıl'da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir "hasbahçe"ye dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahilsarayı adıyla anıldı
Dolmabahçe'nin yapım emrini veren ve ilk kullanan padişah Sultan Abdülmecid.
18. yüzyılın ikinci yarısına doğru, Türk mimarisinde Batı tesirleri görülmeye başlanmış ve "Türk Rokokosu" denilen süsleme şekli, gene Batı tesiri altında kalarak yapılan barok tarzı köşk, kasır ve sebillerde kendini göstermeye başlamıştır. III. Selim, Boğaziçi'nde Batı tarzında ilk binaları inşa ettiren padişahtır. Mimar Melling'e Beşiktaş Sarayı'nda bir kasır yaptırmış, lüzum gördüğü diğer yapıları da genişlettirmiştir. II. Mahmut, Topkapı Sahilsarayı'ndan başka, Beylerbeyi ve Çırağan bahçelerinde Batı tarzında iki büyük saray yaptırmıştır. Bu devirlerde Yeni Saray (Topkapı Sarayı) fiilen olmasa bile, terkedilmiş sayılırdı. Beylerbeyi'ndeki saray,Ortaköy'deki mermer sütunlu Çırağan, eski Beşiktaş Sarayı ile Dolmabahçe'deki kasırlar II. Mahmut'un mevsimlere göre değişen ikametgâhlarıydı. Abdülmecit de babası gibi Yeni Saray'a fazla itibar etmemekteydi, orada yalnızca kış mevsiminde bir kaç ay kalıyordu. Kırkı aşkın çocuğunun neredeyse tamamı Boğaziçi saraylarında dünyaya gelmiştir.



ÇAMLICA TEPESİ TESİSLERİ





Tarih ile aynı yaşıt, İstanbul’un merkezi konumunda kralların taçlarını andıran bir görüntü. Boğazın en yüksek noktasından tüm İstanbul’u görebilen, şiirlerin şarkıların yazıldığı bir mekan.Çamlıca tepesinden bahsediyoruz.

Dünya başkenti İstanbul’un en yükseğinden insanlara gel diyen, eteklerini kişilerin mesken tuttuğu, en yüksek ve en cazip mekanlardan birisidir Çamlıca Tepesi. Büyük ve Küçük Çamlıca tepesi olmak üzere 2’ye ayrılır.

Çamlıca tepesi Boğaziçi ve Marmara Denizi’ne bakan iki önemli tepenin ismidir. Aynı zaman da İstanbul’un en iyi mesire alanıdır. Deniz seviyesinden267 metreirtifada bulunan bu tepe kimi zaman Padişahlara dinlenme alanı, kimi zaman vatandaşa piknik mekanı olmuştur.
Bu tepeler içinde barındırdığı güzellikler ile sadece yerli değil yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor. Doğal ve tabiat varlıklarının yanı sıra tarihsel atmosferi de büyüleyici bir görüntü ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Üsküdar ile Ümranı arasında olan bu güzel mekan yamaçlarındaki tarihi dokulu evler, eşsiz manzarası ve doğal bir kuş gözlem alanı olması sebebiyle önemli bir merkez konumundadır. Osmanlı döneminde önemli bir alan olan Çamlıca Tepesi bugün sadece gezi ve mesire alanı olarak kullanılmaktadır.

Türk edebiyetına, sinemasına ve şarkılara konu olmuş Çamlıca Tepesi iyi bir gezinti alanıdır.


Çamlıca Tepesinde hizmet veren tesisler bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aittir. Doyumsuz lezzetleri tadacağınız bu mekan size eşsiz güzellikteki kahveleri yudumlama şansı verecektir. Güzel bir ortamda dostlarınızla hoş sohbet edebilmek ve güzel vakitler geçirebilmek için Çamlıca Sosyal Tesislerini kullanabilirsiniz.


Süleymaniye Camii



Süleymaniye Camii Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli örneklerinden biridir.Yapımından günümüze dek İstanbul'da yüzü aşkın deprem gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak oluşmamıştır. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m. yüksekliğinde ve 27,5 m çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da görüldüğü gibi, iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunmaktadır. Bu minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli ve 76 m. yüksekliğinde, cami avlusunun kuzey köşesinde soncemaat yeri giriş cephesi duvarının köşesinde bulunan diğer iki minare ise ikişer şerefeli ve 56 m. yüksekliğindedir. Cami, içindeki kandil islerini temizleyecek hava akımına uygun inşa edilmiştir.Yani cami içinde, yağ lambalarından çıkan islerin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir hava akımı yaratacak şekilde inşa edilmiştir. Camiden çıkan isler ana giriş kapısının üzerindeki odada toplanmış ve bu isler mürekkep yapımında kullanılmıştır.


28 revakın çevrelediği cami avlusunun ortasında dikdörtgen şeklinde bir şadırvan bulunmaktadır. Caminin kıble tarafında içinde Kanuni Sultan Süleyman'ın ve eşi Hürrem Sultan'ın bulunduğu bir hazire mevcuttur. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin kubbesi yıldızlarla donanmış gökyüzü imajını vermesi için, içeriden, metalik plakalar arasına yerleştirilmiş pırlantalarla (elmaslarla) süslenmiştir.
Cami süslemeleri açısından sade bir yapıya sahiptir. Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılı bulunmaktadır. Caminin hattatı Hasan Çelebi'dir.

Süleymaniye camiinin 4 minaresi vardır.
Bunun nedeni Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefininde Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işaretidir.

Osmanlı külliyeleri içinde Fatih külliyesinden sonra ikinci büyük külliye Süleymaniye külliyesidir. Külliye İstanbul yarımadasının Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi'ni gören ortadaki en yüksek tepesinde inşa edilmiştir. Cami, medreseler, darüşşifa, darülhadis, çeşme, darülkurra, darüzziyafe, imaret, hamam, tabhane, kütüphane ve dükkânlardan meydana gelen külliyede Mimar Sinan'ın türbesi dış avlu duvarlarının karşısında mütevazı küçük bir yapıdır. Tiryakiler Çarşısı'nı iki medrese çevreler, arkasındaki yolda iki küçük ev vardır.
"Tiryakiler Çarşısı adını taşıyan ince uzun meydanın bir cephesini oluşturan ufki tek katlı medreselerde, her kubbenin alatında bir pencereyle belirlenen iç odaların imaretleri, aza razı bir zahit tavrı içindeki cephesi, Mimar Sultan Külliyesi'ndeki medrese duvarı pencerelerinin ve kubbe dizilerinin tezyini düzenini hatırlatır"

Anakubbenin kemeri, Sinan tarafından kemeri kübra,( kudret kemeri) diye adlandırılmıştır. Cami avlusunun platformu, Haliç tarafındaki yoldan yüksektedir


Kız Kulesi





Hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır.

Üsküdar'ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule,Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder:

Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 (seksen) arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.

Bugün görülen kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.

İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir.Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kız Kulesi. Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy'den sandallarla yapılmaktadır.

Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmıştır. Kule ile Avrupa Yakası boyunca büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine(o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiştir. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakasına doğru yıkılmıştır. Kuleden suyun içine bakıldığında yıkıntıları görülmektedir.

Antik Çağ'da Arkla(küçük kale) ve Damialis(dana yavrusu) adları ile anılan kule, bir ara da "Tour de Leandros"(Leandros'un kulesi) ismi ile ün yapmıştır. Şimdi ise Kız Kulesi ismi ile bütünleşmiş ve bu ismi ile anılmaktadır.



Galata Kulesi

Resmi ekleyen

Resmi ekleyen


Galata Kulesi, İstanbul'un Galata semtinde bulunan ve şehrin en önemli sembollerinden biri olan 528 yılında inşa edilmiş bir kuledir. Kuleden İstanbul Boğazı, Haliç ve İstanbul, panoramik olarak izlenebilmektedir.Koordinatlar: 41°1′32″N, 28°58′27″E
Galata Kulesi dünyanın en eski kulelerinden biri olup, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener Kulesi olarak inşa ettirilmiştir. [1] 1204yılındaki 4. Haçlı Seferi'nde geniş çapta tahrip edilen kule, daha sonra 1348 yılında "İsa Kulesi" adıyla yığma taşlar kullanılarak Cenevizliler tarafından Galata surlarına ek olarak yeniden yapılmıştır. 1348 yılında yeniden yapıldığında kentin en büyük binası olmuştur.

Galata kulesi 1445-1446 yılları arasında yükseltilmiştir. Kule Türklerin eline geçtikten sonra hemen her yüzyıl yenilenmiş ve tamir edilmiştir. 16. yüzyıldaKasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan Hıristiyan harp esirlerinin barınağı olarak kullanılmıştır. Sultan III. Murat'ın müsaadesiyle burada müneccim Takiyüddintarafından bir rasathane kurulmuş, ancak bu rasathane 1579'da kapatılmıştır.

17. yüzyılın ilk yarısında IV. Murat döneminde Hezarfen Ahmet Çelebi, Okmeydanı'nda rüzgarları kollayıp uçuş talimleri yaptıktan sonra, tahtadan yaptırdığı kartal kanatlarını sırtına takarak 1638 yılında Galata Kulesi'nden Üsküdar-Doğancılar'a uçmuştur. Bu uçuş Avrupa'da ilgi ile karşılanmış, İngiltere'de bu uçuşu gösteren gravürler yapılmıştır.

1717'den itibaren kule yangın gözleme kulesi olarak kullanılmıştır. Yangın, ahalinin duyabilmesi için büyük bir davul çalınarak haber verilmekteydi. III. Selimdöneminde çıkan bir yangında kulenin büyük bölümü yanmıştır. Onarılan kule 1831 yılında başka bir yangında yine hasar görmüş ve onarılmıştır. 1875yılında bir fırtınada külahı devrilmiştir. 1965'te başlanıp 1967'de bitirilen son onarımla da kulenin bugünkü görünümü sağlanmıştır.


Özellikleri 

Yerden, çatısının ucuna kadar olan yüksekliği 69,90 metredir. Duvar kalınlığı 3,75 m, iç çapı 8,95 m, dış çapı da 16,45 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre ağırlığı yaklaşık 10.000 ton, kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.

Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin tarihinde bazı intihar olayları kayıtlara geçmiştir. 1876 tarihinde, bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. 6Haziran 1973 günü ise ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğlu Vedat kuleden atlayarak intihar etmiştir. Oğuzcan bunun üzerine Galata Kulesi adlı şiiri yazmıştır. Bununla beraber Galata Kulesi konulu en uzun şiir 2009 yılında Aydın Meriç tarafından yazılmıştır, 2011 yılında Sone yayınlarından yayınlanmıştır. 


istanbul Sapphire 360' Seyir Terası






Avrupa'nın en yüksek binasından İstanbul’a benzersiz bir armağan...

Kız Kulesi, Galata Kulesi, Ayasofya, İstanbul Boğazı ve diğerleri...


Sapphire Seyir Terası’nda kentin dört bir yanından yükselen tarihi ve turistik abideleri, iki kıtaya yayılmış üç imparatorluğun medeniyet izlerini bir arada ve bambaşka bir açıdan görme fırsatı bulacaksınız. 

Rumeli Hisarı




Rumeli Hisarı, İstanbul'un Sarıyer ilçesinde Boğaziçi'nde bulunduğu semte adını veren hisar. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul'un fethindenönce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için Anadolu yakasındaki Anadolu Hisarı'nın tam karşısına inşa ettirilmiştir. Burası boğazın en dar noktasıdır. Mekânda uzun yıllardır Rumeli Hisarı Konserleri düzenlenmektedir.

Sarıyer, İstanbul'da bulunan Rumeli Hisarı, 30 dönümlük bir alanı kapsamaktadır. Anadolu Hisarı'nın karşısında İstanbul Boğazı'nın 600 metrelik en dar ve akıntılı kısmında inşa edilmiş bir hisardır. 90 gün gibi kısa bir sürede tamamlanan hisarın üç büyük kulesi, dünyanın en büyük kale burçlarına sahiptir.
Rumeli Hisarı'nın adı Fatih vakfiyelerinde Kulle-i Cedide; Neşri tarihinde Yenice Hisar; Kemalpaşazade, Aşıkpaşazade ve Nişancı tarihlerinde Boğazkesen Hisarı olarak geçmektedir.

Hisarın inşaatına 15 Nisan 1452'de başlanmıştır. İş bölümü yapılarak her bölümün inşaası bir paşanın denetimine verilmiş, deniz tarafına düşen bölümün inşaasını da Fatih Sultan Mehmet bizzat kendisi üstlenmiştir. Denizden bakıldığında sağ taraftaki kulenin yapımına Saruca Paşa, sol taraftakinin yapımına Zağanos Paşa, kıyıdaki kulenin yapımına da Halil Paşa nezaret etmiştir. Buralardaki kuleler de bu paşaların adlarını taşımaktadırlar. Hisarın inşası 31 Ağustos 1452'de tamamlanmıştır.
Hisarın yapımda kullanılan keresteler İznik ve Karadeniz Ereğlisi'nden, taşlar ve kireç Anadolu'nun değişik yerlerinden ve spoliler (devşirme parça taş) çevredeki harap Bizans yapılarından temin edilmiştir. Mimar E. H. Ayverdi'ye göre hisarın yapımında yaklaşık olarak 300 usta, 700-800 işçi, 200 arabacı, kayıkçı, nakliyeci ve diğer tayfa çalışmıştır. 60,000 metrekare alanı kapsayan eserin kargir hacmi yaklaşık 57,700 metreküptür.


Rumelihisarı'nın Saruca Paşa, Halil Paşa ve Zağanos Paşa adlarında üç büyük ve Küçük Zağanos Paşa ile 13 adet irili ufaklı burcu bulunmaktadır. Zemin katları ile birlikte Saruca Paşa ve Halil Paşa kuleleri 9 katlı, Zağanos Paşa Kulesi ise 8 katlıdır. Saruca Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 7 metre, yüksekliği ise 28 metredir. Zağanos Paşa Kulesi'nin çapı 26,70 metre, duvar kalınlığı 5,70 metre, yüksekliği ise 21 metredir. Halil Paşa Kulesi'nin çapı 23,30 metre, duvar kalınlığı 6,5 metre ve yüksekliği de 22 metredir.

Rumeli Hisarı, 1509 Büyük İstanbul Depreminde büyük zarar görmüş ancak hemen onarılmıştır. 1746 yılında çıkan yangında ahşap kısmı harap olmuştur. Hisar tekrar III. Selim (1789-1807) döneminde onarılmıştır. Hisarın kulelerini örten ahşap külahlar yıkılınca, kale içi küçük ahşap evlerle dolmuştur. 1953 yılında cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın talimatı ile üç Türk bayan mimar Cahide Tamer, Selma Emler ve Mualla Eyüboğlu Anhegger hisarın onarımı için gerekli çalışmaları başlatmış, kale içindeki ahşap evler kamulaştırılarak yıkılmış ve restorasyon gerçekleştirilmiştir.


Rumeli Hisarı bugün müze ve açık hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır. Hisarda açık teşhir yapılmakta, sergi salonu bulunmamaktadır. Toplar, gülleler ve Haliç'i kapattığı söylenen zincirin bir parçasından oluşan eserler, bahçede sergilenmektedir.


Rumeli Hisarı ayrıca İstanbul'un Sarıyer ilçesine bağlı bir semttir. Her yılın yaz döneminde konserlerin başladığı mekân olarak da bilinir. Ayrıca çok sayıda balık restoranı mevcuttur. 


TAKSİM
BEYOĞLU
Beyoğlu

Günümüzde kültür, sanat, iş ve eğlence merkezi olan Beyoğlu İlçesi, Bizans döneminde yerleşim alanı olmayan, bağ ve bahçelerle kaplı bir yerdi. İstanbul yakasında bulunan Bizanslılar buraya karşı yaka anlamına gelen “Pera” adını vermişlerdir. İmparator Jüstinyen GALATA’da sonradan bir çok bina yaptırdığından buraya “Jüstinyana” da denilmektedir. Türkler ise Pera’yı Beyoğlu şeklinde adlandırıp daha geniş bir alanı kastetmişlerdir.
Ticari amaçla İstanbul’a gelen Venedikliler ve Cenevizliler Bizans’ın iç karışıklıklarından istifade ederek Galata’yı surlarla çevirmiş ve bugünkü Galata Kulesini 13.yüzyılda inşa etmişlerdir. Aynı yüzyılda Cenevizli tüccarların yönetimine verilen Galata yüzyıllar boyunca ticaretteki önemini korumuştur
Fatih Sultan Mehmet 1453 Yılında İstanbul’u alınca Anadolu’nun muhtelif yerlerinden getirdiği halkı İstanbul’un çeşitli yerlerine yerleştirdi.1461 yılında Trabzon’daki Rum Pontus Devleti alınınca son imparatoru David Komennos ve sülalesi İstanbul’a getirildi. Bunlardan Kalayanis Komennos’un oğlu Aleksios Müslüman olunca Tünel civarına yerleştirildi. Bundan sonra bu yöre beyin oturduğu yer anlamında olan BEYOĞLU olarak anılmaya başlandı. İstanbul’un alınmasından 60 yıl sonra Tophane’den Kasımpaşa’ya kadar olan sahalar yavaş yavaş Türklerle dolmaya başladı. 2. Sultan Beyazıd bugünkü Tünel yakınlarında bulunan ve o adla anılan “Asmalımescid”i yaptırdı. Daha sonra Yavuz Sultan Selim zamanında saray iç oğullarının okumaları için bugünkü GALATASARAY da İbrahim Paşa tarafından yaptırıldı. O zamandan bu yana bu semte Galatasaray semti denildi. Önceleri Yabancı elçilikler ve temsilcilikler de bu semte bulunuyordu. BENİ AHMET Devletinin yıkılması üzerine İspanya’dan İstanbul’a göç eden Araplar Galata ve Tophane semtlerine yerleştirildi. Nüfusun artması sonucu bu semtte sık sık yangınlar olmuştur. 19.yüzyılda Galata da önemli gelişmeler yaşandı. Burası, ticaret merkezleri olma özelliğini korurken yabancı elçiliklerin yerleştiği ve yine yabancı banker, komisyoncu, banka ve sigorta şirketlerinin yoğunlaştığı, bunun yanı sıra eğlence yerlerinin bulunduğu bir Avrupa kenti görünümünü kazanmaya başladı.
1860 yılında alınan bir kararla şehir içinde bulunan mezarlıklar meskun bölge dışına Hasköy ve Sütlüce civarına taşındı. Bu tarihten sonra ahşap binaların yerine taş ve tuğla bina yapımına başlandı.18.yüz yılın ilk yarısında Taksimde büyük bir Topçu kışlası yapıldı. Cumhuriyet devrinde bu kışla yıkılarak yerine bugünkü Taksim Gezi Parkı yapıldı. 1864 yılında Galata’da bulunan surlar yıkılarak yerine cadde ve sokaklar açıldı. Beyoğlu, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Mutasarrıflıkla İdare ediliyordu. 1923 yılında Cumhuriyetle birlikte İlçe olmuştur.



Hz. Yuşa Türbesi’ne Yeni Çehre, Yeni Cami 

Resmi ekleyen


Yılın her döneminde İstanbul’un ve yurdun dört bir yanından ziyaretçi akınına uğrayan Hz. Yuşa Türbesi, vatandaşların ulaşımdan ibadete tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabileceği daha bakımlı ve daha modern bir ibadet alanına dönüşüyorİstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 25 bin m2’lik alanda uygulanacak yeşil alan ve çevre projesi Ramazan Bayramı’nın hemen ardından başlayacak. Beykoz Belediyesi Yuşa yolunda otopark düzenlemesini de kapsayan yol genişletme çalışmalarına Temmuz ayında başlamıştı.Türbeye akülü araçlar çıkacak Yol genişletme çalışmaları kapsamında mevcut caminin girişinde yer alan otopark, genişletilen yolun alt kısımlarına alınacak. Hz. Yuşa Türbesine çıkan yol araçlardan arındırılacak. Yaşlı ve çocuklar için burada akülü araçlar hizmet verecek. Türbeye çıkan yol gölgelikli bir yürüyüş yolu olarak düzenlenecek.Çevre düzenleme projesinin ardından Yuşa Tepesi’ne bir de camii yapılacak.Yeni cami için ilgili kurullarla görüşmelerin devam ettiğini belirten Beykoz Belediye Başkanı Yücel Çelikbilek: “Hz. Yuşa peygamberin burada defnedildiğine inanılıyor. Biz de öyle inanıyoruz. Bugüne kadar Hz. Yuşa’nın türbesi ve çevresinde birçok düzenlemeler yapıldı fakat ilgi o kadar yoğun ki ihtiyacı karşılamıyor. Cami ve mevcut otopark yeterli değil. İBB bu alanda kapsamlı bir yeşil alan ve çevre düzenlemesi yapacak. Belediye olarak biz de ziyaretçilere ulaşımda kolaylık sağlamak amacıyla yol genişletme çalışmasına başladık. Şayet cami de yapılırsa Cuma günleri, kandil ve üç aylarda yaşanan yoğunlukta vatandaşlarımız ibadetlerini daha rahat yapabilecek” dedi.Anadolukavağı sınırları içinde, Boğaziçi ve Karadeniz’e hâkim muhteşem manzarasıyla da ziyaretçilerin ilgi odağı olan Yuşa Camii ve Türbesi, Boğaziçi’nin sahile en yakın ve yüksek yerinde bulunuyor.Ziyaretçilerin ibadet ve sosyal ihtiyaçlarını daha ferah ve bakımlı bir alanda karşılayabilmesi amacıyla hazırlanan çevre düzenlemesi ve yol projelerinin 2 ay içinde tamamlanması planlanıyor