Bergama
Bergama, (Yunanca: Πέργαμος Pergamos) İzmir iline bağlı bir ilçedir. Bergama, İzmir’in kuzeyinde, Bakırçay Havzasında yer alır. Doğuda Kınık, batıda Dikili, güneyde Aliağa, kuzeyde ise Balıkesir ve Manisa illeri ile çevrilidir. İl merkezine uzaklığı 103 km’dir. Bergama ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalıdır. Verimli Bakırçay Ovası’nda tütün, pamuk, zeytin ve üzüm yetiştirilmektedir. Kozak yaylasında ekonomik getirisi yüksek olan çam fıstığı önemli bir gelir kaynağıdır. Günümüzde özellikle dağ köylerinde arıcılık giderek gelişmekte ve önemli bir geçim kaynağı haline gelmektedir. Tarıma dayalı sanayi de son yıllarda gelişme göstermektedir. İlçede halıcılık ve kilim dokumacılığı gelişmiştir. Bergama, Türkiye'nin en büyük ilçelerinden biri olup, kendisine toplam 114 köy ve 5 belde bağlıdır. Karesi Beyi tarafından fethedilen Bergama uzun süre Karesi Beyliği egemenliğinde kalmış daha sonra Osmanlı devletine bağlanmıştır. 1337-1868 arası merkezi Balıkesir olan Karesi sancağına bağlı olan Bergama, 1868-1877 arası merkezi Manisa olan Saruhan sancağına bağlandıktan sonra İzmir sancağına bağlanmıştır.
Sirince
Şirince, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı ve Selçuk'a 8 km mesafede tarihi mimarisi korunmayı başarılmış turistik bir köydür.
Özgün adı olan Kırkınca'nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet Çirkince gibi biçimler alan bu ad, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince şeklinde resmileştirilmiştir. nüfusu 687 kişidir.
19. yüzyılda, özellikle ihracata yönelik incir üretimiyle ünlü, 1800 haneli bir Rum kasabasıydı. 1923'te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılmasıyla (çoğu Katerini'nin Nea Efesos köyüne yerleşmiştir), Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadillerle iskân edilmiştir. Köyün evvelce bağ, incir, zeytinciliğe dayalı olan ekonomisi, bir tütün bölgesinden gelen yeni sakinlerinin elinde bir süre sekteye uğramış, ancak son yıllarda artan turistik önemine paralel olarak, bu sektörler yeniden gelişmeye başlamıştır. Bağcılık ve zeytinciliğin yanı sıra, şeftali, incir, elma, ceviz ve kiraz yetiştirilir. 1950'li yıllarda 2000-3000 civarında iken sonradan 700'e kadar düşen köy nüfusu, 1990'lı yıllardan itibaren turizmin gelişmesiyle birlikte tekrar yükseliş eğilimi içine girmiştir. Köyde halen bazı Rum evleri pansiyon olarak hizmet vermektedir.
Şirince'de üretilen zeytin yağları güney ege'de üretilen en iyi zeytin yağları olup yüksek aroma değerlerine ve düşük asit değerlerine sahiptir.
Köy içinde harap durumda olan iki Rum kilisesi bulunmaktadır. Ayrıca Tarihi Mimari Yapısı Korunmaktadır.
Eski Smyrna
KENT
Milattan yaklaşık üç bin yıl önce, bugünkü Bayraklı’da, küçük bir topluluk deniz kokusunun sindiği bir tarihi başlatır. Bugüne gelen kalıntıların neredeyse tümü ise Homeros’da Antik Çağ insanları hemfikirdir; bir Amazon gibi değil, fakat bir prenses gibi yaşadığını ise modern arkeolojik kazılar gösterir.
Karakterini andezit verir Smyrna’ya. Duvarlar, evler ve surlar volkanik kayaçların bu en inatçısıyla şekillenirken; kentin tanrıçasına adanan tapınak, Foça’dan ithal edilen pahalı, zarif, krem renkli tüf taşı ile süslenir. Amazon gibi sert ve bükülmez andezitle kuşanmış,prenses gibi kremler sürünmüştür Smyrna.
Plansız, fakat düzenli kent örgüsü, girift boyanmış vazoların üslubu ile tatlı bir ahengi yakalarken, Homeros’un şarkıları yankılanıyordur şimdi Smyrna’nın sokaklarında.
Ozan, okşarcasına dokunurken lirin tellerine, eski acıları ve kahramanlıkları anlatır kalabalığa. Akşam güneşi eğilirken kentin önünde, bir dilber Mısır’dan gelen altın küpesini takmış, Lydia’dan gelen parfümü ile baş döndürür limana doğru ve bir Finike gemisi yanaşır uzaklardan; gizemli mor boyası ve fildişi mobilyaları istif istif kaplamıştır ambarını…
Akdeniz kıyılarındaki ticaretle birlikte doğmuş, büyümeden kalmıştır Smyrna. Bir caddeciğin iki yanına yayılmış minyatür evleri ve tek kişinin geçebileceği daracık sokakları ile tezat oluşturur. Ve o surlar, geçmiş çağların güvensiz dünyasını anlatır.
Basra körfezinin kuzeyinden, sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkan bir kervan güneşin ardına takılır ve büyük bir azimle çölleri, azgın nehirleri, Mezopotamya’yı aşar. Kapadokya’nın eteklerinden Phrygia’ya girer, Anadolu’nun içlerinden geçer ve Smyrna’dan denize dökülür. Binlerce yıl kervanların kat ettiği yolu MÖ 550’lerde tarihin ilk imparatorluğu kat eder ve Asya’nın bittiği yerde Smyrna’ya ulaşır. Bütün kentin nüfusu ancak Pers imparatorunun muhafız birliği kadardır, ama yine de inatla direnir. Önce dış kent düşer, sonra surlar; tanrıçanın tapınağına sığınır kalanlar ve tapınağın kapısını taş bir duvarla kapatırlar. En son tapınak düşer. Tapınağın kapısına örülmüş duvar, 2550 yıl önce düşmüş bir kentte, son günlerin trajedisini taşımaktadır.
Bu kent üzerine söylenmiş belki en güzel laftır: ‘’ Smyrna, vücudunu yay gibi körfezin etrafına sermiş, mavi, dalgalı saçlarını gemilerin taradığı bir kadına benzer. ‘’ O artık Asya’nın hüzünlü kadınıdır. Güneş Smyrna’da batmış, akşam Asya’ya düşmüştür. Doğu’dan Persler gece gibi gelmiş, Lydia’nın renkli ve zengin dünyası solmuş; İonia’nın cümbüşü, uğruğa dönüşmüş; en derin uykuya Smyrna uzanmıştır.
ATHENA TAPINAĞI
Kentin koruyucu tanrıçası Athena’ya adanan tapınak, kendin tam kalbinde yer alır. Restorasyon çalışmaları ile bir kısmı ayağa kaldırılmış yapıdan gelen zengin adak eşyaları, İzmir Arkeoloji Müzesi ve Sanat Ve Tarih Müzesi’nin galerilerinde sergilenmektedir.
ATHENA CADDESİ VE EVLER
Smyrna planlı değil, fakat düzenli bir kenttir. Yani kent kesin hatları çizilmiş bir plan ile kurulmamış; fakat bütün yapılar belirli bir uyum içinde yerleşmiştir. Kentleşme kültüründe yaşanılan bu deneyimin bir sonraki adımı, bir iki yüzyıl içinde doğan planlı kentler olcaktır.
MEGARONLAR
Athena Caddesi’nden, tapınağa doğru giderken solda yer alan iki yapı kompleksi, diğer evlerden hemen ayrılır. Muhtemelen büyükçe olanı kentin yöneticisine ait bir konut; diğeri ise, kentin ileri gelenlerinin toplandığı bir yapı birimidir. Ve Antik Çağ’da kentin ileri gelenleri, sadece önemli konukları dinlemek için de toplanırlar. Kimi zaman bir elçiyi, kimi zaman bir ozanı…
ÇEŞME
Bir su kaynağı, bir yerleşimin kurulabilmesi için gerekli olan ilk kriterdir. Su kaynağı ehlileştirilip çeşmeye dönüşürken; yerleşim de uygarlaşıp kente dönüşüyordur. Çeşmenin önündeki kazılar sırasında, su kanalında bulunan bir Pers miğferi ve ok uçları, Smyrna’nın düşmeden önceki son anlarının sessiz tanıklığını yaparlar.
SUR DUVARLARI
Birbirine paralel, heybetli iki sur duvarı, kentin zenginliğini ve bu zenginliğe göz dikmiş kem bakışları anlatır. Duvarlardan birincisini Lydia Krallığı, ikincisini Pers İmparatorluğu aşmıştır ve Antik Çağ yazarları, Smyrna’nın surlarını aşabilmek için geliştirilen akıl almaz taktiklerden bahsederler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder